23 Nisan 2013 Salı

5/1


Üzülmeden seveni görmedim hiç. Bütün acıların sonu mutluluk belki. Belki de ondan inandım hep cennete. Ama ben hiç cenneti dünya da yaşayacağıma inanmazdım seni tanımadan önce. Aslında herkes üzgün başlar hayata. Çok klasik ama göte şaplağı yiyip ağlayınca başlar hayat. Kimse doğduğunda mutlu değildir. O halde kimse öldüğünde de mutlu olamaz. Peki, o arada ne yapmalı? Ne zaman mutlu olmalı insan. Acaba kaç kez mutlu olabilir insan? Her şeyi sana bağlamamak gerek ama ben bütün insanların mutluluğunu çaldım senin sayende. Herkesi mutluluğunu alıp kendim kullanıyorum.
Sen hiç ölü bir bedene sarıldın mı? Ben sarıldım. Kendi ölü bedenime sarıldım. Hem de az önce sarıldım. Ben ne zaman seni düşünsem kendi ölü bedenime sarılıyorum.
Peki, seninle bu kadar mutluyken neden yazar ki bir insan. Hani ‘’İnsan mutluyken yazamaz.’’ diyordun. Evet, insan mutluyken yazamaz ama insan seninleyken yazacak kağıt bırakmaz. Dünyanın bütün kağıtları sana feda olsun.

18 Nisan 2013 Perşembe

5

Sonra fark ettim ki ben bir tek sana yazıyorum. Hayatımın merkezi sen olmuşsun. Meydanım sensin, ara sokaklarım yine sen. Bir merdiven üzerine ya da bir merdiven kenarına damlıyor yaşların. Her yaş aktıkça daha büyük olur yaşın. Olgun oluyorsun. Ağlamak seni olgun yapıyor. Ama sen ağladıkça eksiliyor benim yaşım. Bir bakıyorum benim yerime de ağlamışsın.
Ama sen ağlama, yaşlanma boşuna. Onun için benim için bizim için ağlama. Değmez demiyorum çünkü ağlamak bir yere değmeden olmaz hiç. En azında serçe parmağın değer sehba kenarına. Ölüme ne kadar bahane varsa ağlamaya da vardır. Hatta ölüm ağlamaya bahanedir. Sen bahaneni sakla söyleme sır olsun o. Ne Tanrı bilsin ne de sen. Sana bile sır olsun ağlamak.