boş tavana bakıp hayal kurmayalı ne kadar oldu. şimdi bu yazıyı okumayı bırak. tavana bak ve bir hayal kur.
hazırsan devam ediyorum. ben eskiden geceleri uyumadan önce hayaller kurardım. ama çok saçma şeyler oldukları için onları sadece yatağıma, yastığıma ve yorganıma anlatırdım. hatta bir ara onlara Metin-Ali-Feyyaz diye lakap takmıştım. neyse sonra zaman geçtikçe hayal kurmak zorlaştı. gerçekleri görmek hayalleri elimden almaya başladı. tam böylesi zamanlarda tavanla tanıştım. onun daha bir lakabı yok ve ihtiyaçta duymuyor.
bazen tavanlar acaba neden beyaz diye düşünüyorum. aslında cevap basit. insanlar daha güzel şeyler hayal etsin diye beyaz tüm tavanlar. biz daha tatlı kandırılalım diye beyazlar. yerler siyahtır. yere çarparsan canın yanar ve gerçekleri hissedersin ama tavan seni hep havada yaşattığı için gerçeklere ihtiyacın olmaz. hatta tavanın hayalleri o kadar hoşuna gider ki onları gerçekmiş gibi hissedersin. tam o sırada ışıklar söner ve tavan da kararır. işte o zaman tüm hayaller kararır ve daha sert bir şekilde yere çakılırsın.
hayal kurmaktan asla vazgeçmeyin. her zaman tavanınız olsun. ama yanınız da el feneri taşımayı da unutmayın. hayallere tutunmak için, tavanın beyazlığına ulaşmak için ihtiyacınız olabilir.
23 Aralık 2013 Pazartesi
6 Kasım 2013 Çarşamba
Karanlık & Yalnızlık
Karanlığın eşsiz belgesiydi yalnızlık hatta sonsuz kardeşi.
Belki de yollarını özlem ve hasretle gözleyen aşığıydı bilinmez. Yalnızlık
karanlığı bekledi ısrarla. Ya da karanlık onu çağırdı ayağına. Aralarında
ilişki çok açık ama yoktu ismi daha. Bir ışık parçasından korktukça yalnızlık,
hemen sığındı karanlığın koynuna.
Ahmak mıydı acaba yalnızlık? Ondan mı sevilmezdi? Ondan mı benimsenmedi kalplerin başucunda? Bir insan ilk önce yalnızlığı sonra karanlığı sevecek. Hayatında aydınlık kadar karanlıklarda varsa, eşin kadar yalnızlığın da varsa sevmek zorunda.
Aydınlıktan nefret ettim yıllarca. Yapmacıktı. İnsanların ölünce gördükleri beyaz ışık onların içinde ki yapmacıklığı temsil ediyor bence. Ama kendimden eminim, ölünce karanlıkta kaybolup gideceğim. Hiç ışığın olmadığı sonsuz karanlığa gömüleceğim ve çıkmayacağım oradan yalnızlık beni çağırmadan.
Bir gün kapım çaldığında o yüce karanlıkların ardından. Açmaya takatim olduğu kadar açacağım kapıyı ve umutla yalnızlığımın olmasını bekleyeceğim. Aslında karanlığın ortasında size gerek tek şey umuttur. Ne su ne ateş ne yemek ne nefes. Tek gereken umut. Suyu isteyemezsin çünkü su berraktır. İçinin pisliğiyle bu berraklığı kirletmeye hakkın yok. Ateşi isteyemezsin çünkü karanlığın düşmanıdır ateş. Nerede kendini yüceltse karanlık arkasından pis pis gülerek gelirdi ateş. Ve yok ederdi saltanatını karanlığın. İşte bu yüzden istenemez ateş. Yemek isteyemezsin çünkü karanlığın seni doyurur. Yemek diye yedikleriniz ne? Kin, nefret, ihanet dışında. Ama karanlık seni doyurduğu anda içinde kalmaz ne kin ne nefret ne ihanet. Sadece gerçeklere bulanırsın boğazına kadar. Nefes alamazsın. Çünkü gerçekler nefes almana vakit vermez. Sadece yaşarsın karanlığın hükümdarlığında ve umutla beklersin yalnızlığını.
Gün geçer yalnızlık çalar kapıyı. Eğer gerçekleri biliyorsan onu başının üzerine çıkarırsın. Ama gerçeklerden kaçıyorsan yüzsüzlüğe bulanmış suratını ekşitir ve ''Geç içeri istenmeyen misafir.'' dersin
Yalnızlık asildir. Gerçekleri bilene de asil davranır. Gerçeklerden kaçana da.
Ahmak mıydı acaba yalnızlık? Ondan mı sevilmezdi? Ondan mı benimsenmedi kalplerin başucunda? Bir insan ilk önce yalnızlığı sonra karanlığı sevecek. Hayatında aydınlık kadar karanlıklarda varsa, eşin kadar yalnızlığın da varsa sevmek zorunda.
Aydınlıktan nefret ettim yıllarca. Yapmacıktı. İnsanların ölünce gördükleri beyaz ışık onların içinde ki yapmacıklığı temsil ediyor bence. Ama kendimden eminim, ölünce karanlıkta kaybolup gideceğim. Hiç ışığın olmadığı sonsuz karanlığa gömüleceğim ve çıkmayacağım oradan yalnızlık beni çağırmadan.
Bir gün kapım çaldığında o yüce karanlıkların ardından. Açmaya takatim olduğu kadar açacağım kapıyı ve umutla yalnızlığımın olmasını bekleyeceğim. Aslında karanlığın ortasında size gerek tek şey umuttur. Ne su ne ateş ne yemek ne nefes. Tek gereken umut. Suyu isteyemezsin çünkü su berraktır. İçinin pisliğiyle bu berraklığı kirletmeye hakkın yok. Ateşi isteyemezsin çünkü karanlığın düşmanıdır ateş. Nerede kendini yüceltse karanlık arkasından pis pis gülerek gelirdi ateş. Ve yok ederdi saltanatını karanlığın. İşte bu yüzden istenemez ateş. Yemek isteyemezsin çünkü karanlığın seni doyurur. Yemek diye yedikleriniz ne? Kin, nefret, ihanet dışında. Ama karanlık seni doyurduğu anda içinde kalmaz ne kin ne nefret ne ihanet. Sadece gerçeklere bulanırsın boğazına kadar. Nefes alamazsın. Çünkü gerçekler nefes almana vakit vermez. Sadece yaşarsın karanlığın hükümdarlığında ve umutla beklersin yalnızlığını.
Gün geçer yalnızlık çalar kapıyı. Eğer gerçekleri biliyorsan onu başının üzerine çıkarırsın. Ama gerçeklerden kaçıyorsan yüzsüzlüğe bulanmış suratını ekşitir ve ''Geç içeri istenmeyen misafir.'' dersin
Yalnızlık asildir. Gerçekleri bilene de asil davranır. Gerçeklerden kaçana da.
1 Ekim 2013 Salı
Anonim
Annem küçükken ''Tanımadıklarınla konuşma.'' derdi ama ben tanımadığımı seviyorum. Büyüdükçe anlıyorsun ki tanımadığını sevmek daha kolay. Yeni ve temiz bir ruha kenetlenmek kolay bir şey. Önemli olan lekeli ruhunu ona karşı temiz göstermek.
Aşk insan işi değil ben bunu anladım. Ruhların oyunu aşk. Gölgelerin perdesi indiği zaman ruhların perdesi ortaya çıkıyor ve başlıyorlar arz-ı endam eylemeye. Orada yaş yok, boy yok, kilo yok sadece aşk var. Ruhların rengi ne acaba hiç düşündün mü ? Bence en acı çeken ruh en beyaz ruhtur. Acı çektikçe insan kötülüklerinden arınır. Sevdikçe ne olur ? Sence sevda ne renk. Bence en aşık ruh da beyazdır. İnsan sevdikçe de kötülüklerinden arınır. Aslında insan yaşadıkça kötülüklerinden arınır. Büyüklerin saçının beyazlaması hep bundan.
Hani bazı sorular vardır insan herkesten duyar ama bir kişi sordu mu anlamı değişir. İşte sen adımı ağzına aldığın zaman anlamım değişiyor. Benim de sende anlamını değiştirdiğim bir soru var sanırım. ''Gözlerin ne renk senin?''
Hadi çağır ruhunu da bir oyun oynayalım. Benim kırıntılarım senin bütünlüğünde yok olsun ve aşk sonsuzluğun bekçisi olsun.
Aşk insan işi değil ben bunu anladım. Ruhların oyunu aşk. Gölgelerin perdesi indiği zaman ruhların perdesi ortaya çıkıyor ve başlıyorlar arz-ı endam eylemeye. Orada yaş yok, boy yok, kilo yok sadece aşk var. Ruhların rengi ne acaba hiç düşündün mü ? Bence en acı çeken ruh en beyaz ruhtur. Acı çektikçe insan kötülüklerinden arınır. Sevdikçe ne olur ? Sence sevda ne renk. Bence en aşık ruh da beyazdır. İnsan sevdikçe de kötülüklerinden arınır. Aslında insan yaşadıkça kötülüklerinden arınır. Büyüklerin saçının beyazlaması hep bundan.
Hani bazı sorular vardır insan herkesten duyar ama bir kişi sordu mu anlamı değişir. İşte sen adımı ağzına aldığın zaman anlamım değişiyor. Benim de sende anlamını değiştirdiğim bir soru var sanırım. ''Gözlerin ne renk senin?''
Hadi çağır ruhunu da bir oyun oynayalım. Benim kırıntılarım senin bütünlüğünde yok olsun ve aşk sonsuzluğun bekçisi olsun.
23 Eylül 2013 Pazartesi
Turgut'a Selam Şiire Devam
sıkıcı,
bu yerler, gökler bu duraklar hep aynı
hep sıkıcı
yeni duraklar lazım bize
sadece sen ve ben bilelim hiçbir otobüs gelmesin
hiç kimse gitmesin o duraktan
ağlayanların sustuğu, sevenlerin ağladığı
yalnızların hep güldüğü kentlerden
hatta bu beyaz duvardan bile sıkıldım
güzel olan ne varsa senindir
sen güzelsin, sonsuz güzellik senindir
fark edilmeyen dolaplar, o pis kaldırımlar
ağlak aşıklardan kurtulalım
sevelim sadece sen sevelim
uçanların, kaçanların, uçmak için çabalayanların
yalnızların, aşıkların, ölülerin, dirilerin, senin, benim
hepimizin, herkesin, her şeyin ta...
benim gözlerim neden küçülüyor senin yanında
sana saygısından dolayı mı
yoksa o sonsuz aydınlığından mı
nedeni önemsiz aslında
küçük, büyük, orta göz gözdür sonuçta
sana bakması yeter bana
Turgut'un dediği gibi
''Özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir.''
bu şiir senindir mesela
bu aşk senindir
gereksiz ne varsa o da benimdir
yalnızlık, açlık, ölüm
sensizlik benim
senli her gecenin sensizliği benim
sesin mesela meleklerin çığlığı olan
her karanlığı aydınlatan
seni çağıran, beni çağıran, bizi çağıran
ya da gözyaşların yağmur damlası kadar temiz
bana değdikçe toprak kokutan
aşık bırakan, aşksız bırakan
neyse ne işte sevgin yine taşıyor başımdan
benim ağlamam göz yaşı değil sevgindir
bu seslerim sevgindir
benim benliği yalnız sevgindir
durak hazır hadi gel yol olalım
sonsuzluğun sonuna son turda katılalım...
15 Ağustos 2013 Perşembe
Yazmıyormuş, Seni
Bu sabah çok ilginç bir şey oldu
Ve özlemek aklıma gelmemiş, seni.
Sonra anlattığım satırlara sordum
Onlarda artık anlamıyormuş, seni.
Durdun düşündüm, soluma baktım sağıma baktım
Solumda artık sevmiyormuş, seni.
Hayalleri kurcaladım biraz belki oradasın diye
Hayallerde artık istemiyormuş, seni
Dedim tamam o zaman unuttum bunu
Ama aklımda unutmuyormuş, seni
Sen olduramıyorsan eski seni
Bende artık hissetmiyormuş, seni.
Ve özlemek aklıma gelmemiş, seni.
Sonra anlattığım satırlara sordum
Onlarda artık anlamıyormuş, seni.
Durdun düşündüm, soluma baktım sağıma baktım
Solumda artık sevmiyormuş, seni.
Hayalleri kurcaladım biraz belki oradasın diye
Hayallerde artık istemiyormuş, seni
Dedim tamam o zaman unuttum bunu
Ama aklımda unutmuyormuş, seni
Sen olduramıyorsan eski seni
Bende artık hissetmiyormuş, seni.
4 Ağustos 2013 Pazar
Kağıt
En son seni yazmıştım bir kağıda. Sonsuzluğun sonu özlemdir demiştim. Şimdi kağıt bulamadım bağırdım boş duvara. O yazıyor bunları. Sen okumazsın üçümüzde biliyoruz. Ama belki denk gelir diye yazıyor beni dinlemiyor bu duvar. Aslında kimse beni dinlemiyor. Dinleseler anlarlar ne kadar salak olduğumu . Mesela sen anladın salaklığımı. Keşke sende dinleseydin de gitmeseydin hiç. Ama yok yok iyi oldu belki. Artık anlatmıyorum kimseye hiç bir şey bak böylede anlaşılmıyor salaklığım. O yüzden yanımdalar. Sen hariç.
Dedim ya en son seni yazdım bir kağıda, şimdi hissediyorum o kağıt değil benim yüreğimmiş. Sen ne yazdın en son bir kağıda? Ya da yüreğine en son hangi harfi kazıdın. Kolay silindi mi benim lekem. Ama zor olsada yaparsın sen biliyorum. Bende attım mesela o yüreği. Her şey 1 milyoncuya gittim daha ucuz bir yürek aldım kendime idare ediyorum. Ama sen hiç idare etme olur mu. Hep aynı temiz yüreğinle kal. Ve benden başka bir salağı sakin yazma oraya.
Dedim ya en son seni yazdım bir kağıda, şimdi hissediyorum o kağıt değil benim yüreğimmiş. Sen ne yazdın en son bir kağıda? Ya da yüreğine en son hangi harfi kazıdın. Kolay silindi mi benim lekem. Ama zor olsada yaparsın sen biliyorum. Bende attım mesela o yüreği. Her şey 1 milyoncuya gittim daha ucuz bir yürek aldım kendime idare ediyorum. Ama sen hiç idare etme olur mu. Hep aynı temiz yüreğinle kal. Ve benden başka bir salağı sakin yazma oraya.
26 Temmuz 2013 Cuma
5
Özlemek yasaklansa senin yüzünden mühebbet yerim. Pişman olur muyum bak onu bilmiyorum. Ama biliyorsun ben pişman olmayı sevmem. Sen, sen sever misin pişman olmayı. Seninle ilgili çoğu şeyi unutmak zor olmadı hastayım falan zaten. Ama bazı noktalar var ki beynime kazınmış. Kim geldiyse, gelecekse anca yanından geçip ''Vah vah ne hale gelmiş garip'' diyebiliyor. Neden gelenleri kalbinde değil beyninde ağırlıyorsun diye sorarsan eğer. Kalbimin kilitini sende unutmuşum galiba çantana baksana biraz. Çıkarken kapıyı öyle sert çektin ki içeride cam kalmadı kırıklarla dolu etraf. Bari bırak tadilat edelim o da yok kilitleyip çıkmışsın. İşte bu yüzden tüm yeni gelenler beynimde.
Beynimde de ses odamı kilitlemişsin amacın ne senin. Çıkarken öyle bi çığlık atmışsın ki sadece senin çığlığın var etrafta. Kim ne konuşsa çığlık gibi geliyor bana. Bari bi gel güzel bir şey söyle diğerleri de güzel olsun. Herkes senin gibi olmasın sen özel kal ama bari biri olsun. Acı dışında bir şey benimle büyüsün. Sakalım acı kadar büyüseydi imam yapıyorlardı beni haberin var mı. Bu arada ''Haberin yok ölüyorum.''
Beynimde de ses odamı kilitlemişsin amacın ne senin. Çıkarken öyle bi çığlık atmışsın ki sadece senin çığlığın var etrafta. Kim ne konuşsa çığlık gibi geliyor bana. Bari bi gel güzel bir şey söyle diğerleri de güzel olsun. Herkes senin gibi olmasın sen özel kal ama bari biri olsun. Acı dışında bir şey benimle büyüsün. Sakalım acı kadar büyüseydi imam yapıyorlardı beni haberin var mı. Bu arada ''Haberin yok ölüyorum.''
28 Haziran 2013 Cuma
Lostun Senaristinden - O Ben Oluyorum-
Oturdum şöyle yatağa artık biraz yazayım dedim. Sonra fark ettim ki hala ayaktayım. Ee tabi o zamanlar ayakta olduğumu bilmiyorum oturduğumu sanarak yazmaya çalışıyorum. Sonra dedim ki ''Ulan ne yazıcam ben konuşayım biraz.'' ama neyle konuşacağımı o zaman da bilmiyorum. Solumda bana göz kırpan duvarı gördüm ona baktım. Hiç yoktan iyidir dedim herhalde konuşmaya başladık. Tavanla aramda geçenleri kıskandığını söyledi. Kıyamam dedim her gece sırtımı dayadığım tek şey sensin dedim. Güldürme şapşal kızgınım ben dedi. Yorgan da dayanamadı tabi demek ona dayanmak için ben sadece bacaklarının arasındayım dedi. Hayır dedim yorgana yanlış anlama beni ben sadece yaz olduğundan bacağımın arasına aldım seni. Çok kızdı bana ayağı olsa kalkıp giderdi. Hem nasıl gitsin deli misiniz siz. Yorgan bu ayağı mı var. Yok. Olsa nasıl olurdu. Düşünmek gerek. Sonra poster baktı bana. Gel lan dedi. Buyur poster abi dedim. Tabi o yukarıda ben kafamı kaldırıyorum o burun ucuyla bakıyor. Burun ucu dediğim yukardan yani. Hem poster bu nasıl burunu olsun deli misiniz. Neyse sen buraların namusunu bozuyorsun dedi. Kovdu beni. Yapma etme abi demeye kalmadan dışarıda buldum kendimi. O tekme atmadı bana. Nasıl atsın poster o cansız. Sizin doktora ihtiyacınız var bence. Neyse dışarı gittiğimde anladım işte ayakta olduğumu. Mesela ayakta olduğumu başta söylemesem bu ilgi çekici olabilirdi. İlgi çekici demişken odadan kovulduğum an ilgi çekti beni. Gel dedi seninle ilgileneceğim. Sarıldığını falan sanmayın ilgi bu nasıl sarılsın. Kaçık mısınız yeter artık bölmeyin. Neyse ilgi ilgilendi benimle. Ben ilgiye dokunamadım. Korktum galiba. Sonra çok çişim geldi. Biraz kustum. Kusunca ağzımdan işemiş mi oldum ? Bilmiyorum ama bunları bir rüyaya bağlayıp Lost da senaristliğimi garantilemek istiyorum.
24 Haziran 2013 Pazartesi
5*1
Terk edilmiş orman gibiyim. Yalnızlaştıkça değerim artıyor. Ben değerimin artmasını istemiyorum. Ben yeniden kalabalık olmak istiyorum. Çocuklar dallarımı kırsın ama ben kalabalık olmak istiyorum. Hatta siz bana gelin ben orman olmaktan da vazgeçerim. Boş metrobüs bile olurum. Yeter ki kalabalık olayım. Yalnız ölmekten korkuyorum. Tek başıma kalmaktan çok korkuyorum beni yanınıza alın. İnsan olmaktan da korkuyorum. Beni kendinize benzetin. Hep beraber iğrenç varlıklar olalım.
Vapurda kaybolalım. Vapur rüzgarına kaybolalım. Ama beni yalnız bırakmayın. İsterseniz en güzel biz olalım ya da en korkak ama yalnız kalmayalım. Beni yalnız bırakmayın.
Terk etmeyelim hiçbir zaman. Kulağımıza ilişmesin o ''Bitti'' lafları. Bitmesin hiçbir şey. Çay bitmesin mesela ya da biz. Kalabalık olalım. Yine kalabalığa ihtiyacım var biraz.
Vapurda kaybolalım. Vapur rüzgarına kaybolalım. Ama beni yalnız bırakmayın. İsterseniz en güzel biz olalım ya da en korkak ama yalnız kalmayalım. Beni yalnız bırakmayın.
Terk etmeyelim hiçbir zaman. Kulağımıza ilişmesin o ''Bitti'' lafları. Bitmesin hiçbir şey. Çay bitmesin mesela ya da biz. Kalabalık olalım. Yine kalabalığa ihtiyacım var biraz.
14 Mayıs 2013 Salı
Ölmek
Doğduğum gün mü öldüm ben, yoksa her öldüğümde mi doğmuşum öğrenemedim onu. Kedilerden çok korkarım ama onlar gibi 9 canlıyım. 6560 kere ölüp diriliyorum. Her gün ölüp dirilmek zor. Yeni bir güne başlarken ne kadar negatifsem, o günü kapatırken o pozitifim.Galiba ben ölmeyi seviyorum. Ama bilhassa yalnız ölmeyi seviyorum. Daha önce bana yoldaş olmak isteyen 3 kişi oldu. Ama acemilerdi, yoruldular hemen orada uyudular. Ben bu yüzden yalnız ölmeyi seviyorum. Her gece güle oynaya ölmeyi...
Ama ben sensiz ölmeyi sevmiyorum. Yanımda gelme sakın. Yorulursun, uyursun dayanamam sana. Ama yaşarken yanımda olsan ne güzel olur. O zaman yorulup uyusan da sorun olmaz ki hiç.Ben bir de seninle doğmayı seviyorum. Her gün mutsuz ama seninle doğduğu için sevinçli olmayı.
Ben galiba seni seviyorum.
Ama ben sensiz ölmeyi sevmiyorum. Yanımda gelme sakın. Yorulursun, uyursun dayanamam sana. Ama yaşarken yanımda olsan ne güzel olur. O zaman yorulup uyusan da sorun olmaz ki hiç.Ben bir de seninle doğmayı seviyorum. Her gün mutsuz ama seninle doğduğu için sevinçli olmayı.
Ben galiba seni seviyorum.
23 Nisan 2013 Salı
5/1
Üzülmeden seveni görmedim hiç. Bütün acıların
sonu mutluluk belki. Belki de ondan inandım hep cennete. Ama ben hiç cenneti
dünya da yaşayacağıma inanmazdım seni tanımadan önce. Aslında herkes üzgün
başlar hayata. Çok klasik ama göte şaplağı yiyip ağlayınca başlar hayat. Kimse
doğduğunda mutlu değildir. O halde kimse öldüğünde de mutlu olamaz. Peki, o
arada ne yapmalı? Ne zaman mutlu olmalı insan. Acaba kaç kez mutlu olabilir
insan? Her şeyi sana bağlamamak gerek ama ben bütün insanların mutluluğunu
çaldım senin sayende. Herkesi mutluluğunu alıp kendim kullanıyorum.
Sen hiç ölü bir bedene sarıldın mı? Ben sarıldım. Kendi ölü bedenime sarıldım. Hem de az önce sarıldım. Ben ne zaman seni düşünsem kendi ölü bedenime sarılıyorum.
Peki, seninle bu kadar mutluyken neden yazar ki bir insan. Hani ‘’İnsan mutluyken yazamaz.’’ diyordun. Evet, insan mutluyken yazamaz ama insan seninleyken yazacak kağıt bırakmaz. Dünyanın bütün kağıtları sana feda olsun.
Sen hiç ölü bir bedene sarıldın mı? Ben sarıldım. Kendi ölü bedenime sarıldım. Hem de az önce sarıldım. Ben ne zaman seni düşünsem kendi ölü bedenime sarılıyorum.
Peki, seninle bu kadar mutluyken neden yazar ki bir insan. Hani ‘’İnsan mutluyken yazamaz.’’ diyordun. Evet, insan mutluyken yazamaz ama insan seninleyken yazacak kağıt bırakmaz. Dünyanın bütün kağıtları sana feda olsun.
18 Nisan 2013 Perşembe
5
Sonra fark ettim ki ben bir tek sana yazıyorum. Hayatımın merkezi sen olmuşsun. Meydanım sensin, ara sokaklarım yine sen. Bir merdiven üzerine ya da bir merdiven kenarına damlıyor yaşların. Her yaş aktıkça daha büyük olur yaşın. Olgun oluyorsun. Ağlamak seni olgun yapıyor. Ama sen ağladıkça eksiliyor benim yaşım. Bir bakıyorum benim yerime de ağlamışsın.
Ama sen ağlama, yaşlanma boşuna. Onun için benim için bizim için ağlama. Değmez demiyorum çünkü ağlamak bir yere değmeden olmaz hiç. En azında serçe parmağın değer sehba kenarına. Ölüme ne kadar bahane varsa ağlamaya da vardır. Hatta ölüm ağlamaya bahanedir. Sen bahaneni sakla söyleme sır olsun o. Ne Tanrı bilsin ne de sen. Sana bile sır olsun ağlamak.
Ama sen ağlama, yaşlanma boşuna. Onun için benim için bizim için ağlama. Değmez demiyorum çünkü ağlamak bir yere değmeden olmaz hiç. En azında serçe parmağın değer sehba kenarına. Ölüme ne kadar bahane varsa ağlamaya da vardır. Hatta ölüm ağlamaya bahanedir. Sen bahaneni sakla söyleme sır olsun o. Ne Tanrı bilsin ne de sen. Sana bile sır olsun ağlamak.
25 Mart 2013 Pazartesi
LEYLA
Her Leyla gülümsetemez insanı. Aslında herkes herkesi gülümsetemez. Önce soluna işlemesi lazım sonra sağına sonra tekrar soluna. Kural gibi işte basit biraz. Ama bazıları da var ki kural dinlemeden bodozlama her yanına işler. Sende benim her yanıma işledin Leylam. Sen her kelimenin sahip olmak isteyeceği güzellikte birisin. Kelimeler bile kıskanıyor seni ben ne yapayım? Hani demiştim ya ''Sen kalbimi kırmıyorsun, kesiyorsun. Ama sonra öyle bir sarıyorsun ki daha iyi oluyorum'' diye. İşte yeniden sardın galiba sen beni. Çünkü daha iyiyim, en iyiyim.
Bir gitme üzerine çok şey konuşulabilir. Ama gerek yok. Her gidiş sonu elbet dönüştür. Hatta önemli olan dönüştür. Kim seni hissederek tekrar dönebilir ki. Sen döndün mesela. Sen hiç gitme ama bana her gün dön olur mu? Her dönüş yeni sevgiyi barındırır içinde. Biz hep yeniden sevelim. Ama hep birbirimizi sevelim. Senin gülüşlerinde ne var bilmiyorum. Tek tebessümü hissetmek yetiyor bazen bana. Aslında sende ne var onu da tam çözemedim. Eksik kalam yanlarımsın galiba. Ya da eksik kalan yanlarımızız birbirimizin yoksa bunlar tek taraflı biraz zor.
Bir bağırsam kalemlere ''SENİ ÇOK SEVİYORUM'' diye hepsi adını yazacak yer arar. Ama senin adın sadece bana yazılı ve bana özel. Hep öyle kalsın olur mu?
Bir gitme üzerine çok şey konuşulabilir. Ama gerek yok. Her gidiş sonu elbet dönüştür. Hatta önemli olan dönüştür. Kim seni hissederek tekrar dönebilir ki. Sen döndün mesela. Sen hiç gitme ama bana her gün dön olur mu? Her dönüş yeni sevgiyi barındırır içinde. Biz hep yeniden sevelim. Ama hep birbirimizi sevelim. Senin gülüşlerinde ne var bilmiyorum. Tek tebessümü hissetmek yetiyor bazen bana. Aslında sende ne var onu da tam çözemedim. Eksik kalam yanlarımsın galiba. Ya da eksik kalan yanlarımızız birbirimizin yoksa bunlar tek taraflı biraz zor.
Bir bağırsam kalemlere ''SENİ ÇOK SEVİYORUM'' diye hepsi adını yazacak yer arar. Ama senin adın sadece bana yazılı ve bana özel. Hep öyle kalsın olur mu?
15 Mart 2013 Cuma
Okuma diye yazmıştım ben.
Belki de acı
çekmediğim için sınadı Tanrı. Ya da sınamak istedi onu bilmiyorum. Sadece
sınandığıma eminim. Yoksa bunlar normal bir hayatın yaşayacağı şeyler değil. ‘Gel-git’lerin
olabilir anlarım. Ama bu kadar da sert olmaz ki. -Sözüm sana değil Tanrı biraz
sakin ol.- Bir gün bakıyorum hoop Leylamsın. Sonra bakıyorum hiç tanımadığım ve
başkasına aşık biri. Ben bu ikisinin arasında zor yaşıyorum. Aslında ben
yaşamıyorum. İşte bu yüzden sınıyor Tanrı. –Şimdi senden bahsediyorum dinle.-
Ben eskiden yaşardım. Ne olursa olsun. Bana nasıl davranılırsa davranılsın
yaşardım. Ama artık nefes aldığımdan şüpheliyim. İçinde bir boşluk var.
Boşluğum tanıdık ama sessizliğin çok acayip. Ya neyse konu sapmasın sonra Tanrı
kızıyor. Bundan önce ne kadar da rahattım ben. En azından farklıydım. Acı
çekmezdim mesela. Ya da yazmazdım bu kadar. Aslında ben yazmayı sevmem.
Konuşmayı severim ama o bile değişti artık.
Belki de denemeyle sınadı beni Tanrı. Her şeyi denemek isteyerek sınandım.
Aslından sınandım mı onun da farkında olamıyorum. Emin olduğun şeyin farkında
olamamayı da sen öğrettin. Bazen gelip geçici şeyleri denememek gerektiğin
anlıyorum. Ama durduramıyorum kendimi sonra tabi belli. Depresyon hırkası ve
bolca Petito. Sen Petitom kadar tatlısın bunu biliyor muydun? Bilme. Çünkü sen
bazı şeyleri bilince gidiyorsun. Değer verdiğimi bilince gidiyorsun. Fiilen
gitmiyorsun ama ruhun artık yanımda olmuyor. Ama ben senin ruhunla yaşıyorum. Tamam
Tanrı söz sende. Oyna son oyununu. Kaybeden ruhunu bıraksın.
7 Mart 2013 Perşembe
Düşündüm de ben düşünmeyi bırakalı çok olmuş.
Ben ne zaman seni bıraktıysam düşünmeyi bıraktım. Nefes almayı bıraktım. Gülmeyi bıraktım. Aslında sen yokken onlar beni bıraktı. Çünkü eksik bir varlığın düşünmesine, nefes almasına ve gülmesine gerek yok. Ben de sen yokken eksik kaldım. Her şeyim alındı elimden. Başta yumuşacık ellerin. Sonra tatlı hoş sesin. Peki bana açıklar mısın bir insan neden sevdiğinin sesini unutsun. Ya da neden dokunamasın ona son kez. Belki de her dokunuşa önem vermek gerekir. Çünkü o da son dokunuş olabilir. Bunu bilmeden dokundum ben. Acımasızca harcadım bütün haklarımı.
Ben ne zaman seni bıraktıysam düşünmeyi bıraktım. Nefes almayı bıraktım. Gülmeyi bıraktım. Aslında sen yokken onlar beni bıraktı. Çünkü eksik bir varlığın düşünmesine, nefes almasına ve gülmesine gerek yok. Ben de sen yokken eksik kaldım. Her şeyim alındı elimden. Başta yumuşacık ellerin. Sonra tatlı hoş sesin. Peki bana açıklar mısın bir insan neden sevdiğinin sesini unutsun. Ya da neden dokunamasın ona son kez. Belki de her dokunuşa önem vermek gerekir. Çünkü o da son dokunuş olabilir. Bunu bilmeden dokundum ben. Acımasızca harcadım bütün haklarımı.
20 Ocak 2013 Pazar
Efendinin Rüyası
Beyazların arkasına saklanmış karanlık bir gökyüzü. İlk defa örtmüş beyazlar karanlığı.
İlerledikçe bulutlar daha da kararmakta, beyazlar daha da yok olmaktaydı.
Kırmızı beyine giden yolda karanlık efendisiyle karşılaşmak zorundaydım.
İlerlerken gözüme çarpan tek şey mutsuzluktu. O da gözüme değil beynimin tam
ortasına çarpmıştı ben göz sanmışım. Yok olmaya yüz tutmuş bir yere gitmek. Yok
olmanın içinde bulunmak. Yok olmak için yok olmak.
Kırmızı beyin, bunları yapmıştı. Yok olmanın yok oluşunun izledi. Kendinin yok oluşunu izlemeyi istedi. Sadece yok oluşunu değil yol oluşunu izlemek istedi. Bir görüşe yol olmak. Bu kırmızı beynin amacıydı.
Amaçsız yolun araçsız sahasında arasız ve aralıksızca yürüyordum. Bir an durdum ve etrafın grileştiğini hissettim. Aklıma yanıma aldığım anahtarım geldi. Elimi cebime götürdüm. Gözlerim elimi takip ederken zihnim hala yoldaydı. İçimden ‘’Dur ulan nereye gidiyorsun!’’ demek istedim ama diyemedim. Bağırdıkça sesim kısıldı hem de hiç sesim çıkmadan.
Kırmızı beyin, bunları yapmıştı. Yok olmanın yok oluşunun izledi. Kendinin yok oluşunu izlemeyi istedi. Sadece yok oluşunu değil yol oluşunu izlemek istedi. Bir görüşe yol olmak. Bu kırmızı beynin amacıydı.
Amaçsız yolun araçsız sahasında arasız ve aralıksızca yürüyordum. Bir an durdum ve etrafın grileştiğini hissettim. Aklıma yanıma aldığım anahtarım geldi. Elimi cebime götürdüm. Gözlerim elimi takip ederken zihnim hala yoldaydı. İçimden ‘’Dur ulan nereye gidiyorsun!’’ demek istedim ama diyemedim. Bağırdıkça sesim kısıldı hem de hiç sesim çıkmadan.
Elimde soğuk metali hissettiğim anda birden kendime geldim
zihnimle beraber. Cebimden anahtarı çıkartıp iyice sıktım. Canım yanana kadar
sıktım. Ben sıktıkça griliğin karanlığa döndüğünü hissettim. Acı çekmek
karanlığa itermiş biraz. Koştum bu kez amaçsızca koştum araçsız sahada. Ben
koştukça anahtar elime saplanıyordu. Acı çekmemi isteyen anahtarım vardı
karanlığın efendisinden yadigâr.
Acaba kırmızı beyin buralara gelirken anahtarı eline saplanmışmıydı. Koşarken düşünemiyormuş bunu öğrendim o an. Geç olmuştu yerdeydim. Dökülen fikirlerimi topladım karanlığın çıkışında. Griye kaçan birkaç fikrimde vardı. Tam onlara ulaşırken bir anda kırmızı bir yaprak gördüm yerdeki yoncada 3 yaprağı gri 1i kırmızı bir yonca.
İşte dedim zihnime ‘Geldik kırmızı beyine. Fakat sen neredesin?’. O an anladım ki griye kaçan fikirlerim değil zihnimmiş. O benden önce gelmiş kırmızı beyine. Tutmuş eteğinden bırakmıyor. Yalvarıyor. Ne istediğini bilmeden yalvarıyor. Hey dedim zihnime ayağa kalk ve elini tut kırmızı beynin. Kırmızı beynin mavi gözleri olmasını düşlemiştim. Fakat kırmızı beynin sarı gözleri vardı. Hayal kırıklığının etkisiyle boğazına yapıştım kırmızı beynin bir anda morardı beyin ve yok olmak istedi. Yok oluşunu izlemek istedi son kez. Denedim. Başaramadım. Ona yardımcı olamadım. Artık kırmızı beyin ben olmalıydım fakat kafamı yukarı kaldırdığımda zihnim çoktan kırmızı beyin olmuştu. Eğer kırmızı beyin olacaksam zihnimi öldürmeliydim. Fakat zihnini öldüren bir adam neyini yaşatabilir ki. Elini sıktım yeni kırmızı beynin bana burun ucuyla bakarak. Eteklerime kapan ve yalvar dedi. İşte şimdi yapmalıydım. Gerekirse zihinsiz kalmalıydım ama öldürmeliydim onu. Elini sıkıca kavramışken kendime çektim. Fakat unutmuşum o benim zihnimdi. Tam elimi boğazına götürecekken o tuttu boğazımdan. Ayaklarım artık kırmızı yeri hissetmiyordu. Ben artık hissetmiyordum. Zihnim beni öldürmüştü. Peki o? O nasıl yaşayacaktı ben olmadan. Sonra fark ettim ki o da geldi yanıma sonsuzluğun mavi bahçesindeydik zihnim ve ben. Koştuk bu kez ben daha hızlıydım. Çünkü burası maviydi ve ben mavinin gerçek efendisiydim. Masmavi çölün ortasında beni alan mavi bir bulut ve o maviliğinde mavi bir hayal. İşte buydu efendinin rüyası.
Acaba kırmızı beyin buralara gelirken anahtarı eline saplanmışmıydı. Koşarken düşünemiyormuş bunu öğrendim o an. Geç olmuştu yerdeydim. Dökülen fikirlerimi topladım karanlığın çıkışında. Griye kaçan birkaç fikrimde vardı. Tam onlara ulaşırken bir anda kırmızı bir yaprak gördüm yerdeki yoncada 3 yaprağı gri 1i kırmızı bir yonca.
İşte dedim zihnime ‘Geldik kırmızı beyine. Fakat sen neredesin?’. O an anladım ki griye kaçan fikirlerim değil zihnimmiş. O benden önce gelmiş kırmızı beyine. Tutmuş eteğinden bırakmıyor. Yalvarıyor. Ne istediğini bilmeden yalvarıyor. Hey dedim zihnime ayağa kalk ve elini tut kırmızı beynin. Kırmızı beynin mavi gözleri olmasını düşlemiştim. Fakat kırmızı beynin sarı gözleri vardı. Hayal kırıklığının etkisiyle boğazına yapıştım kırmızı beynin bir anda morardı beyin ve yok olmak istedi. Yok oluşunu izlemek istedi son kez. Denedim. Başaramadım. Ona yardımcı olamadım. Artık kırmızı beyin ben olmalıydım fakat kafamı yukarı kaldırdığımda zihnim çoktan kırmızı beyin olmuştu. Eğer kırmızı beyin olacaksam zihnimi öldürmeliydim. Fakat zihnini öldüren bir adam neyini yaşatabilir ki. Elini sıktım yeni kırmızı beynin bana burun ucuyla bakarak. Eteklerime kapan ve yalvar dedi. İşte şimdi yapmalıydım. Gerekirse zihinsiz kalmalıydım ama öldürmeliydim onu. Elini sıkıca kavramışken kendime çektim. Fakat unutmuşum o benim zihnimdi. Tam elimi boğazına götürecekken o tuttu boğazımdan. Ayaklarım artık kırmızı yeri hissetmiyordu. Ben artık hissetmiyordum. Zihnim beni öldürmüştü. Peki o? O nasıl yaşayacaktı ben olmadan. Sonra fark ettim ki o da geldi yanıma sonsuzluğun mavi bahçesindeydik zihnim ve ben. Koştuk bu kez ben daha hızlıydım. Çünkü burası maviydi ve ben mavinin gerçek efendisiydim. Masmavi çölün ortasında beni alan mavi bir bulut ve o maviliğinde mavi bir hayal. İşte buydu efendinin rüyası.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)